Kuşadalı Mallı Garip - Etem ORUÇ

 KUŞADALI MALLI GARİP - Etem ORUÇ



Bir yerde varyemez, hesap bilmez birini görseler “Mallı Garip” gibi diyorlardı. Hem mallı, hem de garip… Bu ad çok çarpıcı geldi bana. Bununla ilgili bilgiyi kimden alabileceğimi sorduğumda,”Onu en iyi Feyzullah Muhtarı Salih Bey bilir,” dediler.
İki Oluklu çeşmenin yanındaki kahvede buldum muhtarı. Hoş beşten sonra sordum.”Salih Bey, Mallı Garip’i en iyi sizin tanıdığınızı söylediler. Onunla ilgili bildiklerini anlatır mısın?” Babacan görünüşlü, cömert, yaşam dolu bir adama benziyordu Salih Bey. Önce kahveciyi çağırdı, “ konuk ne içecek,” dedi.
Sonra başındaki şapkayı çıkarıp boş oturağın üstüne koydu. Kahverengi gözleri fırının bacasına takıldı kaldı. Eliyle iyice seyrekleşen saçlarını kaşıdı. Boş boş bakışlarla çevresine bakındı. Masadaki bardaktan birkaç yudum su içti. “Herkes Mallı Garip diye Terzi Yaşar’ı bilir ama aslında Yaşar’a evlatlığa alan Hüsnüye Hanım’dır Mallı Garip.
Küçüklüğümden aklımda kaldığı kadarıyla orta boylu, yeşil gözlü, işveli bir kadındı. Çirkin değildi ama herkes onun kafasının bir tahtasının eksik olduğunu söylerdi. Malın değerinin çok az olduğu, paranın zor bulunduğu günlerde sadece Davutlar’da bin dönümden fazla tarlasının olduğu söylenirdi.
Benim bildiğim Çöpeltepe’de, Ambartepesi’nde, Kuruköprü’de, Musluk mevkisinde, Yavansu’da, Karaova’da, Hacı Kerim Tepesi’nde onun tarlaları vardı. Türkmen Mahallesinde arsaları olduğu söylenirdi. Ta Ortaklar’da bile dört yüz dönümden fazla tarlası varmış.
Ben yetmiş sekiz yaşındayım ama kocasının öldüğünü bilmiyorum. Kimi kimsesi yoktu. Hüsnüye Teyzeye siz kimlerdensiniz? Dediğimde, “Biz Cezayir kabadayılarındanız”, derdi. Bazı yaşlılar onun dedesinin Osmanlılar zamanında bu bölgede vergi toplayan biri olduğunu, bunca malı-mülkü de o zamanlar edindiğini söylüyorlardı.
Mallı Garip Hüsnüye Hanım önce Romen Mehmet’i evlatlığa aldı. Yasal olarak üstüne geçirmedi ama malını mülkünü o bakıyordu. Maldan-mülkten bir şey göstermiyordu ya yine de severdi Mehmet’i. Bir güzel düğün ederek everdi. Everdi ya gelinden yana yüzü hiç gülmedi garibin. Huysuz, geçimsiz biriydi gelini. Ne yaptıysa birbirlerine bir türlü ısınamadılar.
Bir gün alt alta, üst üste dövüştüler. Ne de olsa gelin genç. Hüsnüye Hanım, gelinin altından çıkamayınca başparmağını ısırmış. Parmağına dikiş attırmışlar. Sonra da mahkemeye verdiler. Hüsnüye Hanım altı ay tutukevinde yattı. O içerde yatarken Mehmet ve karısı sahte tanık ve belgelerle Ambartepe’deki, Çöpeltepe’deki tarlaları sattı. Tutukevinden çıkınca Hüsnüye hanım da onlarla uğraşmadı. Bir tahtası eksik, eserli bir kadındı.
Gel zaman git zaman Hüsnüye Hanım terzi Yaşar’ı evlatlığa aldı. Üstüne de geçirdi. Çok geçmeden Hüsnüye Hanım ölüverdi. Mezara gömülürken ben de oradaydım. Cesedin üstüne konulan tahtalardan biri eksik çıkınca oradakiler birbirinin yüzüne baktılar. Dendiği gibi bir tahtası eksikmiş diye.
Hüsnüye Hanımın malları da Mallı Garip ünvanı da Terzi Yaşar’a geçti. Mallı Garip Yaşar da parayı bol bulunca esrara, alkole, her türlü uyuşturucuya iyice alıştı. Yanında çanak yalayıcıları da çoktu. Hiç ayık dolaşmazdı. Üst baş perişan. Kokuyor diye kimse yanına gitmezdi.
Hani atalarımız ne demiş;”Akıllı değilse evlat, bir bardak su vermezse avrat, ölü evinde ne işin var, gir ağla, çık ağla.” Akıl olmadan malın mülkün olsa neye yarar ki… O kadar mal-mülk de yaramadı. Kimini yel, kimini de el aldı. Derdi yoksullara kaldı.
Sinekçi, pekmezciye bulur derler ya Yaşar da Kayserili Mustafa ile arkadaş oldu. Arsasına kooperatif kurup sattılar. Mallı Garip’i Kayseri’ye götürüp gezdirip, içirirmiş. Günler sonra Kuşadası’na döndüğünde bir karış sakalı vardı.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Mallı Garip’in evi bizim eve bitişikti. Ev de ev değildi ya… Gece, gündüz öksürünce evde olduğunu anlardık. Birkaç gündür öksürük sesi gelmez oldu. Yan komşulara sordum.
“İki gün önceydi, akşam karanlığında Mersedes taksi ile birileri onu alıp götürdü,” dediler.
Bugün gibi anımsıyorum. Hürriyet Gazetesinde” Mallı Garip kaçırıldı”, diye bir haber okudum. Emniyet müdürüne gidip durumu anlattım.”Bulunması için hâkime dilekçe yaz,” dedi. Dilekçeyi yazıp hâkime verdim. Mallı Garip’in avukatı Kamil Bey vardı. Bir gün yolda rastladım. Mallı Garip’e ne olmuş, diye sordum. ” Kaçırıldı diyorlar, bilmiyorum,” dedi.
Dedikodular sürüp gitti ama beş yıla yakın bir süre Mallı Garip’i gören olmadı. Ölmüş diye söylentiler çıktı. Bir sabah bahçe kapısını açınca kapının önünde oturan Mallı Garip’i gördüm. İn midir, cin midir? diye bildiğim duaların tümünü okudum..Hala melül melül bakıyor, üst baş daha da perişan. Sayıklar gibi bir sesle;
”Benim Salih Bey, beni kaçırdılar, karnım çok aç,” dedi.
Evden tarhana çorbası getirdim. Çorbayı içtikten sonra;
“Beni beş yıl önce Mardin, Kızıltepe’ye kaçırıp bir eve kapattılar. Yiyeceğimi, içeceğimi verip üstümden kilitlediler. Seni öldürürüz, kolunu, bacağını keseriz, diye tehdit ederek beni bazı belgeler imzalattılar. Can korkusuyla imzaladım. Malımın-mülkümün tamamını satmışlar. Üç katlı bir binanın üçüncü katında bir gün yalnızken,
“İmdaaat ! Canım tehlikede kurtarın, diye bağırırken alt kattaki kiracı kapıya anahtar uydurarak açıverdi. Doğru karakola gittim. Polisler, aralarında para toplayarak İzmir’e bir bilet alıverdiler. Allah onlardan razı olsun. Cebime de harçlık koydular. Bugün sabah da buraya geldim.”
Ben hemen karakola gittim. Mallı Garip geldi diye haber verdim. Emniyet müdürü;
”Siz onu evinizde bakın. Tekrar kaçırmasınlar ,” dedi.
Bir aya aşkın bir süre baktım. Zaten dengesi bozuk,” Benim canım sıkıldı. Benim neyim kaldı ki tekrar kaçıracaklar,” diyerek çekti gitti. Sekiz on gün sonra sokakta gördüm. Çok perişandı. Belediyeye haber verdim.
Başkan onu huzur evine yatırdı. İki, üç yıl kadar orada kaldı. Oradakileri de huzur vermemiş. “İçki parası verin,” diye tutturmuş. Oradan da çıkarıverdiler. Aydın düşkünler evine gönderdiler. Gecenin koynunda balkonda uyurken gözleri kapanıvermiş. Belediye görevlileri kimsesizler mezarlığına defnetmişler.
Kendi kendime dedi ki; “Hey gidi Mallı Garip hey! Senin bin kusur dönüm arazin olsun, bir yaşam boyu çile çek. Olacak iş mi bu? Para ve mal dile batan kara bir diken oldu. Sülükler üşüştü bedenine. Ve Aydın düşkünler evinde bir namazlık saltanatın olsun Cahit Sıtkı gibi.
Hani Koca Yunus; ”Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi. Mal da yalan, mülk de yalan, al biraz da sen oyalan,” der ya…
Bu dünyada ne oldum demeyeceksin, ne olacağım diyeceksin. İnsanoğlunun yaşamda en çok korktuğu şey ölümdür. Başını dik tutan, ölümü göze alan, ölümün üstüne yürüyen, güzel işler başaran insanlar ölümsüzlüğün gizini ererler. Yoksa şu gelimli gidimli dünyada bir tadımlık düştür yaşam....
Kuşadalı Mallı Garip - Etem ORUÇ Kuşadalı Mallı Garip - Etem ORUÇ Reviewed by Mübadele Kusadasi on 01:03 Rating: 5

1 yorum:

  1. Yaşanmış acıklı bir hikaye.Eline kalemine yüreğine sağlık Etem bey..

    YanıtlaSil

Blogger tarafından desteklenmektedir.