SARIŞABAN’DAN SAMSUN’A DEDEMİN MÜBADİL ÖYKÜSÜ

                                        Yıl 1976.Üniversite son sınıftayım.Okuduğum Ege Üniversitesi Ziraat fakültensin Adana’ya yapılan öğrenci gezisinde o zamanlar yeni yeni kullanılmaya başlanan bir kasetçalar aldım kendime.Şimdiki gençliğe nasıl anlatacağım bilemeyeceğim ama bu kasetçalar dıştan takılan kablolu mikrofonu ile ses kaydı da yapabiliyordu.ilk yaz tatilinde Samsun’a geldiğimde nereden aklıma geldiyse bir gün söz konusu teybimi alarak o zamanlar 73 ve 65 yaşlarında olan , evimize çok yakın oturan ve dayımların himayesinde ayrı bir evde yaşayan dedem ve ninemlerin yanlarına gittim.Kendileri ile kısa bir sohbet yapacağımızı ve konuşmalarımızın da bu teybimize kaydedileceğini izah ederek konuşmaya başladık.Çok sağlıklı bir ses kaydı olmasa da 30 dakika kadar süren görüşmemiz süresince ben sordum onlar cevapladılar.Yıllar sonra bir nevi ‘’Sözlü Tarih Çalışması’’yaptığımı ve çok değerli bir kaynağa sahip olduğumuzu şimdi daha iyi anlıyorum.Keşke daha uzun konuşabilseydik ve kendilerinden özellikle Mübadele konusunda daha fazla bilgiler edinebilseydik diye hayıflanıyorum bazen.Bir hazine gibi sakladığım bu ses kasetinin birer kopyasını dedemin tüm evlatlarına hediye ettiğim gibi bir kopyasını da dedemlere ait bazı fotoğraflarla birlikte arşivlerinde kaynak olmak üzere Samsun Mübadele Derneğine armağan ettim.

                                     Yıl 2012 .Yine Samsun’dayım.bu defa kısa bir süre önce ülkemizin İstanbul Çatalca’dan sonra 2.si olma özelliğine sahip Alaçam ilçemizde açılan ‘’Mübadele müzesi’’ni ziyaret etmek üzere eşim ve oğlum Uğur ile Alaçam’a geldik.Mübadele öncesi burada yaşayan Rumlardan kalan tarihi evleri ve restore edilmeyi bekleyen konakları ile ünlüilçemizin sokaklarında kısa bir tur attıktan sonra yine böyle özellikleri taşıyan bir binada,Samsun Mübadele derneğimiz de katkıları ile ziyarete açılan ‘’Alaçam Mübadele Müzesi’’ni gezdik.Samsun Merkez ve ilçelerindeki Mübadil nüfusun torunları olarak birçok bağışlayıcının verdiği değişik materyallerin sergilendiği müzeyi gezerken çok etkilendiğimi ve büyük bir duygu seline kapıldığımı belirtmeden geçemeyeceğim.Ancak müzemizin alt katında oluşturulan kütüphane-kitaplık odasında Müze görevlisi Ayhan Çırak beyin ikramı olan çaylarımızı yudumlarken, çok daha etkileyici olan bir sürpriz ile karşılaşacağımızı hiç tahmin etmemiştim doğrusu.müzeyi gezen misafirlerin incelemeleri için hazırlanan Fotoğraf Albümlerine bakarken, benim 1982 yılında evlerinin önünde çektiğim dedem ve ninemin fotoğrafları karşımıza çıkmaz mı? İşte o an heyecandan bayılacak gibi olduğumu hatırlıyorum.Müze düzenleyicileri benim Samsun Mübadele Derneğine verdiğim fotoğraflardan olan bu resmi de albümlere koymaya layık görmüşlerdi.Bundan dolayı çok mutlu oldum.

                                   Memleket bildikleri topraklarını,evlerini,anne babalarının mezarlarını,tam da gençliklerinin baharında terk ederek bin bir güçlükle, günler süren çileli yolculuklardan sonra iskan edildikleri ata topraklarında tutunmaya çalışan;buralarda adeta yeni hayatlar kuran dedemlerin ruhlarında ne isyanlar ,ne kırgınlıklar yaşadıkları bilinmez ama her şeye rağmen hayatlarından hiç şikayetçi olmadılar.Vatana gönülden bağlı ,yasalara saygılı kanaatkar bir nesil olarak sadece çalıştılar ve çalıştılar.Ninem 1990 yılında 89 yaşında,dedem ise 1992 yılında aynı yaşta yani 89 yaşında Samsun’da vefat ettiler.Kaderin cilvesine bakın ki aralarında 8 yaş olmasına rağmen ,bu dünyada eşit süre misafir olmuşlar ve 2 yıl ara ile vefat ettikleri günler Mübarek ramazan ayına denk gelmiştir.

                                   Artık yukarıda sözünü ettiğim ses kasetinin deşifre edilmesi,annemden ve dayımlardan dinlediklerimin ışığında ‘’Dedemin Mübadil Öyküsü’’ne geçebilirim.1976 yılında dedemlerin karşısında ses kaydını yaptığım günü dün gibi hatırlıyorum.ben çok heyecanlıydım ama onlar benden daha heyecanlıydılar.ben bir yazar veya edebiyatçı değilim.şimdiye kadar yazdığım ve dedemin öyküsünü anlatırken yaptığım yazım ve imla hataları için okuyuculardan şimdiden hoşgörü diliyorum.

                                   Şimdi zaman tüneline girerek ses kaydını yaptığım güne gidiyorum.Sizleri ,dedem şu an karşımızdaymış gibi konuşturmaya ve yaşam öyküsünü dinlemeye davet ediyorum.

                                   ‘’Ben Bayram Ali oğlu Mümin.1903 Yılında Selanik vilayeti,Drama livası,Sarışaban kazası, Baraklı köyünde dünyaya gelmişim.Bir ablam ve bir kız kardeşimle beraber çok küçük yaşlarda annesiz kalmanın acısını yaşarken,askere giden babamızın da geri gelmemesi ve görev şehidi olduğu haberi ile hem yetim hem de öksüz kalmıştık.Yakın akrabalarımızın yardım ve himayeleri ile hayatımızı idame ettirmeye çalışıyorduk.Varlıklı bir aile değildik.Tamamı Türk ve Müslüman olan köy nüfusumuz özellikle küçükbaş hayvancılık,sebze ve hububat ziraatı yanında , tütün tarımından elde ettikleri gelir ile geçimlerini sağlıyorlardı.Köyümüz ve çevre köylerinde yetiştirilen tütünler kalite olarak dünya piyasalarında ilk sıralardaydı ve az tütün çok para ediyordu.Bizler 3 kardeş  diğer akraba ve komşularımızın işlerinde çalışıyorduk.Birgün ‘’Mübadele’’ olacak dediler.İki Ülke arasında yapılan anlaşma gereğince Yunanistan’da yaşayan Müslüman Türk nüfus ile Anadolu’da yaşayan Ortodoks Rum ahali karşılıklı olarak yer değiştireceklerdi.Bu nedenle bir an önce hazırlıklara başlamamız gerekiyordu.Hatta bu arada Anadoludan gönderilen mübadillerin Yunanistan’a gelmeye başladıklarına şahit oluyorduk.Nitekim böyle bir olayı yakın bir komşumuz yaşamış; Karadeniz bölgesinden köyümüze iskan ettirilen Rumlardan bir aile ile 1 ay kadar evlerini paylaşmışlardı.gelenlerin Türkçeyi çok iyi konuşmaları ve aynı kaderi paylaşmanın verdiği psikoloji ile aralarında hiçbir sorun çıkmamış,birbirlerinden ayrılırlarken duygusal anlar yaşamışlardı.

                                      Kız kardeşlerim ve ben diğer yakın akrabalarımızın da yardımlarıyla yol hazırlıklarımızı tamamladık.Köyümüzün ileri gelenleri bizlerin Karadeniz bölgesindeki illere gönderileceğimizi öğrenmişlerdi.Tütün tarımını çok iyi bildiğimiz için bu bu bölgede iskan edilmemiz uygun görülmüştü.Alabileceğim eşyalarımız ve götürebileceğimiz hayvanlarımız ile birlikte Kavala limanına ulaşmamız gerekiyordu.Anadoluya geçişimiz buradan gemilerle sağlanacaktı.Bulabildiğimiz araba kağnı gibi vasıtalarla konvoy halinde yola çıktık.Doğduğumuz ,büyüdüğümüz topraklarımızı ve evlerimizi terk ediyorduk.Hepimizde büyük bir hüzün vardı.Hatırlayabildiğim kadarıyla bir gün bir gece süren zorlu ve aynı zamanda çetelerin konvoyumuza saldırı korkularından dolayı tehlikeli bir yolculuktan sonra Kavala limanına vardık.Burası ana baba günü gibiydi.Bizi Samsun’a götürecek gemiye yerleştirilmemiz ve gerekli işlemlerin yapılması için sanıyorum birkaç gün de liman alanında bekletildik.1923 yılının aralık ayının son günlerindeydik.Hava koşulları da oldukça ağırdı.Nihayet ambarlarında hem insanların hem de yanımızda götürmek istediğimiz hayvanlarımız ile dolu olan şimdi ismini hatırlayamadığım gemi limandan ayrıldı.Yaklaşık bir hafta süren deniz yolculuğumuzun,geminin fiziki şartları ,bizlerin de böyle bir seyahati ilk defa yapmamızın olumsuz etkileri nedeniyle çok zor geçtiğini söyleyebilirim.Samsun limanına geldiğimizde,o zamanlar büyük gemiler kıyıya yanaşamadığı için,açıkta demirleyen gemiden küçük tekneler ile bin bir güçlükle kıyıya çıkarıldık.Bizleri sahile yakın sahra hastanesi arkasındaki büyük alanda topladılar.Gerekli sağlık kontrollerimizi yaptılar.Yanımızda bulunan yazgı ve örtüler ile yaptığımız bölmeler ile adete çadır kent oluşturmuştuk.Burada şimdiki adı Kızılay olan Hilal-i ahmer tarafından dağıtılan çay ve yemek yardımları ile birkaç gün misafir edildiğimizi hatırlıyorum.Bu arada büyüklerimiz bizlerin Amasya ili Gümüşhacıköy ilçesi Maden köyüne iskan edildiğimizi ve bir an önce yola çıkmamız gerektiğini öğrenmişlerdi.Eşyalarımızın durumuna göre iki aile birleşerek bir at arabası kiraladık ve Gümüşhacıköy’e gitmek üzere Samsun’dan yola çıktık.O zamanki yol şartlarında gerek araba üzerinde gerek yaya olarak bir gece çakallı denilen yerde,bir gece kavak ilçesinde bir gece de Havza ilçemizde mola vermek suretiyle Merzifon’a ulaştığımızı nihayetinde Gümüşhacıköy’ün Maden köyüne vardığımızı bugün gibi hatırlıyorum.Maden köyünde bize tahsis edilen evlere yarleştirildik.

                                 Burası geldiğimiz yerlere hiç benzemiyordu.Arazi kıt ve çorak yerlerdi.Çok iyi bildiğimiz Tütün ziraati için uygundu ama bizler her türlü artımsal faaliyetin özellikle küçükbaş hayvancılığın yapılabildiği bir yöreden gelmiştik.Büyüklerimiz bu durumdan pek hoşnut değillerdi.Samsun merkez ve köylerinde yerleşen diğer köylülerimiz ve akrabalarımız ile de zaman zaman haberleşiyorlar ve gidiş-geliş yapıyorlardı.Bu arada Samsun-Amasya demiryolu inşaatı sürüyor ve yol vergisi ödeyemenlerin bu yol yapım çalışmalarında görev almaları mecburiyetinden dolayı ben de Samsun’a gelmiştim.22-23 yaşlarındaydım.Ne tesadüfdür ki ikinci yer değiştirmemizde geleceğimiz Kızıloğlak köyünün sınırları içinde kalan yörede belirlenen bir müddet demiryolu yapım işçiliğinde çalıştım.Ablam ve kız kardeşimin bakımı da benim üzerimdeydi.Mübadele yasası gereğince Memleketten bekar olarak gelen erkeklere her hangi bir mal verilemiyordu.Hayat şartlarımız gittikçe zorlaşıyordu.Memlekette iken ailesini tanıdığım , bizler gibi ailesi mübadelede Gümüşhacıköy’gelen ve tıpkı benim gibi anne-babadan yetim bir kız ile evlendirilme önerisini kabul ettim.Yanlarında bir müddet hizmetkarlık yaptığım ailenin ve akrabalarımızın yardımları sayesinde düğünümüz yapıldı ve evlendik.Bu arada ablam Fatma da evlenmiş ve Samsun’a o zamanlardaki adı Papazköy olan Hasköy’e gelin gitmişti.Evlendiğmizin sanıyorum birinci yılının sonuna doğru askere çağrıldım.İki yıl süren askerlik görevimi tamamlamak üzere Iğdır’a giderken arkamda hamile bir eş ve kız kardeşim Havva’yı bırakmıştım.Askerlik süresince bir defa izin kullandığımı ve Gümühacıköy’e gelip döndüğümü hatırlıyorum.Bu arada iki mutlu haber aldım.Ben askerdeyken bir kız çocuğumuz dünyaya gelmiş ve diğer kız kardeşim Havva da evlenmiş Samsun Merkez Devgeriş köyüne gelin gitmişti.Terhis olmama yakın Samsun ile olan bu akrabalık ilişkileri,mübadelede bu köylere gelen hemşerilerimizin ısrarlı istekleri sonucunda Gümüşhacıköy’den Samsun’a ikinci göç talebimizin kabul edildiğini öğrendim.Köyümüzün ileri gelenleri Samsun Merkezde Mübadele’nin üzerinden 3-4 yıl geçmesine rağmen Yunanistan’a giden Rumların boşaltığı 2 köyün olduğunu öğrenmişler.Yetkiler eğer isterlerse bu köylerden birisinin bizlere tahsis edilebileceğini söylemişler.Bunun üzerine seçimlerini yapan büyüklerimiz 20 hane olarak Kızıloğlak köyüne gelmeye karar vermişler.Böylece 4 sene kadar süren Gümüşhacıköy Maden köyü yaşantımız noktalanmış,Samsun Kızıloğlak köyü maceramız başlamış oluyordu.Gümüşhacıköy’den Samsun’a gelindiğinde ben askerde olduğum için bu göçü yaşamadım ama kucağında küçük kızımız Selver ile yola çıkan eşim Hörü’ye diğer akrabalarımız ve komşularımızın yardımcı olduklarını ve salimen Kızıloğlak köyüne ulaştıklarını öğrendim.Askerlik dönüşümde doğrudan Kızıloğlak köyüne geldim.Köyümüz,Samsun’un güneyinde 15 km mesafede,bir dağ köyü olup köyümüze patika köy yolları ile ulaşılabildiği gibi Samsun-Amasya demiryolu ile Meşelidüz istasyonundan sonra 1-1,5 saatlik yürüme mesafesindeydi.Biraz önce de söylediğim gibi askerlik öncesi demiryolu yapım inşaatlarında çalıştığım için  buraları bana yabancı değildi.Köye ilk geldiğimde manzarasına hayran kaldım.Tam istediğim gibi hayvancılığın da yapılabileceği,orman kenarında verimli toprakları,şırıl şırıl pınarları olan Cennetten bir köşeydi adeta.Gelen mübadiller giden Rumlarda kullanılabilecek bir ev kalmadığını görmüşler;belki de onlar gittikten sonra kalan evlerin talan edilmiş olabileceğini söylüyorlardı.Sadece köyün en güzel yerinde bir kilise sapasağlam ayakta duruyordu.Diğer komşularımız gibi ben de bizler için verilen ev yerinde ben askerden dönmeden önce nineniz tarafından başlanılan ev inşaatımızı tamamladım.Bu evlerin yapımı için hükümetimiz oluklu sac,çivi ve kereste gibi bedelleri vadeli olarak ödenmek üzere ayni yardımlarda bulunmuş ve herkes kendi evini tamamlamıştı. Söz konusu bu evlerin yapımında köyümüze gelen, birbirini ta memleketten tanıyan 20 hane imece usulü çalışmışlar ve çok güzel bir dayanışma örneği göstermişlerdir.Kiliseyi de önceleri hiçbir yerine dokunmadan cami olarak kullanmaya başlamış,cami hocamızın verdiği okuma yazma derslerine burada devam ediliyordu.Bu arada başımdan geçen acı bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim.Ben askerdeyken Samsun Merkez Devgeriş köyüne gelin giden kız kardeşim Havva’yı ziyaret etmek istedim.Tahmin ediyorum evliliğinin üzerinden 2-3 ay geçmişti.Aramızda birkaç komşu köy bulunan bu köye yaya olarak ulaştım.Köyde kız kardeşimin oturduğu evi buldum.Ev sahiplerine kendimi tanıtınca başta eniştem olmak üzere büyük bir ilgi ile beni müsait bir yere oturttular.Sohbete başladık.Aradan epeyi bir zaman geçtiği halde kızkardeşim Havva ortada görünmüyordu.Ben bir müddet sonra ‘’Buraya hemsizleri tebrik etmeye hem de kardeşimi görmeye geldim.Havva nerede?’’ diye sorduğumda;’’Başın sağ olsun, kardeşin hastalandı ve 1 ay kadar önce vefat etti.Biz bunu size bildiremedik’’ demezler mi?Kaynar sular  başımdan döküldü o an.O zamanlardaki iletişim ve haberleşme eksikliklerinden dolayı bu olayı bizlere duyuramadıklarını belirtiler ama yapacak bir şey yoktu.Yıllarca bu ölümün acısını hissettim.Aklıma geldikçe gözyaşlarıma hakim olamıyorum.

                                             Buradan sonra da tamamı mübadil ailelerden oluşan köyümüzdeki yaşantımızı,hayat mücadelemizi ve Samsun merkeze gelişimizi özetlemek istiyorum.Başlıca geçim kaynağımız tütün idi.Ama diğer tarımsal faaliyetlerimizi de en iyi şekilde yapmak için gayret sarfediyorduk.Örneğin ekmeğimizi yapmamız için buğday,çavdar,mısır yetiştiriyor,çoğalan hayvanlarımız için de arpa ekilişleri yapıyorduk.Özellikle mısır ekilişi zamanlarında etrafımızdaki ormanlarda yoğun bir popülasyona sahip domuzların zararından korunmak için çoğu geceler mısır tarlalarında tüfekle nöbet tutuyor,sabahları eve geliyordum.Beşer onar adet aldığımız koyun be keçilerimiz de çoğalmış ağılımıza sığmaz olmuşlar,evimizin hemen bitişiğindeki hatta evden bile geçiş yapılan ahırımızda da çift sürmek,ve harman dövmek için beslediğimiz tosunlarımız,sütünden teneke teneke peynir yaptığımız ineklerimiz,yük taşımakta kullandığımız bir merkep ile bir katırımız vardı.bu arada aile nufusumuz da çoğalıyordu.Gümüşhacıköy’de doğan ilk kızımız Selver’den sonra Kızıloğlak’ta da üçer dörder yıl aralıklarla sırasıyla Bayramali,Hasan,Ahmet ve Nurettin olmak üzere 4 erkek evladımız daha oldu.Yıllarca oğullarımız ve gelinlerimizle,ilave eklentiler de yapmak suretiyle aynı evi paylaştık.En çok ürettiğimiz kaliteli tütünlerin satışından toplu gelir elde ediyor ve bununla ihtiyaçlarımızı karşılıyorduk.Tütün yanında ilk yıllarda meşe odunundan kömür yapmak,koyun keçilerimizin yün yapağı ve sütlerinin peynir yapımı suretiyle değerlendirilmesi;hiç eksilmeyen ineklerimizin sütünden de tereyağı,peynir yapılması ve bu ürünleri hafta günleri Samsun’a getirilerek satılması suretiyle de ek gelirler elde ediyorduk.Böylece zaman içinde Samsun’a göç eden akraba ve çocuklarımızı da ziyaret etmiş oluyorduk.Buğday,çavdar ve mısır ekilişlerinden elde ettiğimiz ürünlerin hasat ve harmanını yaptıktan sonra değirmenlerde öğütülmesiyle kendi ekmeğimizi kendi ekmek fırınımızda kendimiz pişiriyorduk.Tüm çocuklarım köy yaşantısının faaliyetlerini bizzat yaptılar.Yani çift sürdüler,ekin ektiler,harman dövdüler,çobanlık yaptılar,tütün diktiler,suladılar,zamanı gelince sabahlara kadar tütün kırdılar,tütün dizdiler,tütünlerin bin bir zahmetle kurutulması ve denklerinin yapılmasıyla uğraştılar.İşbirliği halinde çalışmalarıyla eşleriyle beraber aile bütçemize katkıda bulundular.Ne zaman ki köyden kente göç olgusu başladı,askerliklerini yapan köye dönen oğullarım da bu modaya uymaya başladılar.İlk önce o tarihlerde Samsun’da Amerikan radarında görevli Amerikalı ailelerin yanında çalışmak üzere köyü terk eden oğlum Hasan oldu.Daha sonra büyük oğlum Bayramali,ailesi ile birlikte Samsun’a gelerek özel bir bakır fabrikasında çalışmaya başladı.Hatta onlar kendilerinden önce Berber dükkanı açmak suretiyle Samsun’a yerleşen damadımız ile kiralık olarak aynı evi bir müddet paylaştılar.Sizler köyde doğmuş olmanıza rağmen çocukluğunuzun geçtiği bu evde,hafta günleri köyden katır  sırtında getirdiğim süt,yoğurt ve tereyağların komşularınıza satışının yapıldığını çok iyi hatırlıyorum.Diğer oğullarım da çorap söküğü gibi sökülerek peş peşe samsun’a gelmeye ve eşleri Tekel Sigara fabrikasında,kendileri de buldukları işyerlerinde çalışmaya başladılar.ben okul yüzü görmedim.Sonradan da okuma yazmayı öğrenme fırsatım olmadı.mübadil olarak geldiğimiz köyde de okul yoktu.Ancak camimizin hocası aynı zamanda ninenizin eniştesi olması dolayısıyla Kur’an dersleri dışında tüm köy çocuklarına olduğu gibi bizim çocuklarımıza da okuma yazma öğretmişti.bu sayede askerlikleri sırasında olsun,askerlik dönüşlerinde kanaatkar,dürüst ve çalışkanlıkları ile sevilmişler,işlerinde sebat etmişler ve işyerlerinin sahipleri tarafından taktir edilmişlerdir.Bu durum anne baba olarak bizlere her zaman gurur vermiştir.

                                  Yıllar yılları kovaladı, yanımızda köy işlerini yapacak evlatlarımız kalmayınca ve bizlerin de bu işler için gücümüz azalınca artık bizlerin de Samsun’a gelmemiz kaçınılmaz olmuştu.Ahmet ve Nurettin oğullarımızın birlikte yaptırdıkları evlerinin hemen bahçesinde bizim için yapılan mütevazi küçük evimize taşındık.Artık yorgun bedenlerimizin dinlenmeye ihtiyacı vardı.Tüm evlatlarımız ve torunlarımızın sevgi çemberi içinde hayatımızı sürdürüyoruz.Selanik’ten Samsun’a uzanan zorlu ,çileli,maceralar ve hüzünlü hatıralarla dolu yaşamımızı aklımda kaldığınca anlatmaya çalıştım.’’

                                 İşte dedemin yaşam hikayesi böyleydi.Çocukluğumda yaz tatillerinde benim de dünyaya geldiğim yer olan Kızıloğlak köyüne gider,dedemlere elimden geldiğince köy işlerinde yardım etmeye çalışırdım.Daha sonra da Samsun’da onları ziyaretlerimi hiç aksatmadım. Fatih mahallesindeki evlerimiz çok yakındı ve ben onları çok seviyordum,kendilerini görmediğim gün hemen hemen yok gibiydi.Sağlıkları elverdiği sürece onlar da ilk göz ağrısı evlatları kızlarını yani annemi ziyaret etmeyi ihmal etmezler böylece sık sık sohbet imkanı bulurduk.Çok iyi hatırlıyorum Üniversite yıllarımda bile tatillerde İzmir’den Samsun’a geldiğimde ilk ziyaret ettiğim kişiler onlardı.Gelenek haline getirdiğim üzere her gelişimde kendilerine aldığım’’ gül aromalı lokum’’ onları mutlu etmeye yeterdi. Ben üçüncü kuşak Mübadil torunu olarak kendileri ile herkese nasip olmayan birliktelikler yaşamak,onlarla saatlerce  sohbet etmiş olmaktan dolayı çok mutluyum ve gururluyum.Onların aziz hatıraları önünde saygı ile eğiliyorum.

                               Hüseyin YILMAZ  17.10.2012     AYDIN

  

SARIŞABAN’DAN SAMSUN’A DEDEMİN MÜBADİL ÖYKÜSÜ SARIŞABAN’DAN SAMSUN’A   DEDEMİN MÜBADİL ÖYKÜSÜ Reviewed by Mubadil09 on 11:19 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.