SARIŞABAN’DAN SAMSUN’A DEDEMİN MÜBADİL ÖYKÜSÜ
Yıl 1976.Üniversite son sınıftayım.Okuduğum Ege Üniversitesi Ziraat fakültensin Adana’ya yapılan öğrenci gezisinde o zamanlar yeni yeni kullanılmaya başlanan bir kasetçalar aldım kendime.Şimdiki gençliğe nasıl anlatacağım bilemeyeceğim ama bu kasetçalar dıştan takılan kablolu mikrofonu ile ses kaydı da yapabiliyordu.ilk yaz tatilinde Samsun’a geldiğimde nereden aklıma geldiyse bir gün söz konusu teybimi alarak o zamanlar 73 ve 65 yaşlarında olan , evimize çok yakın oturan ve dayımların himayesinde ayrı bir evde yaşayan dedem ve ninemlerin yanlarına gittim.Kendileri ile kısa bir sohbet yapacağımızı ve konuşmalarımızın da bu teybimize kaydedileceğini izah ederek konuşmaya başladık.Çok sağlıklı bir ses kaydı olmasa da 30 dakika kadar süren görüşmemiz süresince ben sordum onlar cevapladılar.Yıllar sonra bir nevi ‘’Sözlü Tarih Çalışması’’yaptığımı ve çok değerli bir kaynağa sahip olduğumuzu şimdi daha iyi anlıyorum.Keşke daha uzun konuşabilseydik ve kendilerinden özellikle Mübadele konusunda daha fazla bilgiler edinebilseydik diye hayıflanıyorum bazen.Bir hazine gibi sakladığım bu ses kasetinin birer kopyasını dedemin tüm evlatlarına hediye ettiğim gibi bir kopyasını da dedemlere ait bazı fotoğraflarla birlikte arşivlerinde kaynak olmak üzere Samsun Mübadele Derneğine armağan ettim.
Yıl 2012 .Yine
Samsun’dayım.bu defa kısa bir süre önce ülkemizin İstanbul Çatalca’dan sonra
2.si olma özelliğine sahip Alaçam ilçemizde açılan ‘’Mübadele müzesi’’ni
ziyaret etmek üzere eşim ve oğlum Uğur ile Alaçam’a geldik.Mübadele öncesi burada
yaşayan Rumlardan kalan tarihi evleri ve restore edilmeyi bekleyen konakları
ile ünlüilçemizin sokaklarında kısa bir tur attıktan sonra yine böyle
özellikleri taşıyan bir binada,Samsun Mübadele derneğimiz de katkıları ile
ziyarete açılan ‘’Alaçam Mübadele Müzesi’’ni gezdik.Samsun Merkez ve
ilçelerindeki Mübadil nüfusun torunları olarak birçok bağışlayıcının verdiği
değişik materyallerin sergilendiği müzeyi gezerken çok etkilendiğimi ve büyük
bir duygu seline kapıldığımı belirtmeden geçemeyeceğim.Ancak müzemizin alt
katında oluşturulan kütüphane-kitaplık odasında Müze görevlisi Ayhan Çırak
beyin ikramı olan çaylarımızı yudumlarken, çok daha etkileyici olan bir sürpriz
ile karşılaşacağımızı hiç tahmin etmemiştim doğrusu.müzeyi gezen misafirlerin
incelemeleri için hazırlanan Fotoğraf Albümlerine bakarken, benim 1982 yılında
evlerinin önünde çektiğim dedem ve ninemin fotoğrafları karşımıza çıkmaz mı?
İşte o an heyecandan bayılacak gibi olduğumu hatırlıyorum.Müze düzenleyicileri
benim Samsun Mübadele Derneğine verdiğim fotoğraflardan olan bu resmi de
albümlere koymaya layık görmüşlerdi.Bundan dolayı çok mutlu oldum.
Memleket
bildikleri topraklarını,evlerini,anne babalarının mezarlarını,tam da
gençliklerinin baharında terk ederek bin bir güçlükle, günler süren çileli
yolculuklardan sonra iskan edildikleri ata topraklarında tutunmaya
çalışan;buralarda adeta yeni hayatlar kuran dedemlerin ruhlarında ne isyanlar
,ne kırgınlıklar yaşadıkları bilinmez ama her şeye rağmen hayatlarından hiç
şikayetçi olmadılar.Vatana gönülden bağlı ,yasalara saygılı kanaatkar bir nesil
olarak sadece çalıştılar ve çalıştılar.Ninem 1990 yılında 89 yaşında,dedem ise
1992 yılında aynı yaşta yani 89 yaşında Samsun’da vefat ettiler.Kaderin
cilvesine bakın ki aralarında 8 yaş olmasına rağmen ,bu dünyada eşit süre
misafir olmuşlar ve 2 yıl ara ile vefat ettikleri günler Mübarek ramazan ayına
denk gelmiştir.
Artık
yukarıda sözünü ettiğim ses kasetinin deşifre edilmesi,annemden ve dayımlardan
dinlediklerimin ışığında ‘’Dedemin Mübadil Öyküsü’’ne geçebilirim.1976 yılında
dedemlerin karşısında ses kaydını yaptığım günü dün gibi hatırlıyorum.ben çok
heyecanlıydım ama onlar benden daha heyecanlıydılar.ben bir yazar veya
edebiyatçı değilim.şimdiye kadar yazdığım ve dedemin öyküsünü anlatırken
yaptığım yazım ve imla hataları için okuyuculardan şimdiden hoşgörü diliyorum.
Şimdi zaman
tüneline girerek ses kaydını yaptığım güne gidiyorum.Sizleri ,dedem şu an
karşımızdaymış gibi konuşturmaya ve yaşam öyküsünü dinlemeye davet ediyorum.
‘’Ben Bayram
Ali oğlu Mümin.1903 Yılında Selanik vilayeti,Drama livası,Sarışaban kazası,
Baraklı köyünde dünyaya gelmişim.Bir ablam ve bir kız kardeşimle beraber çok
küçük yaşlarda annesiz kalmanın acısını yaşarken,askere giden babamızın da geri
gelmemesi ve görev şehidi olduğu haberi ile hem yetim hem de öksüz
kalmıştık.Yakın akrabalarımızın yardım ve himayeleri ile hayatımızı idame
ettirmeye çalışıyorduk.Varlıklı bir aile değildik.Tamamı Türk ve Müslüman olan
köy nüfusumuz özellikle küçükbaş hayvancılık,sebze ve hububat ziraatı yanında ,
tütün tarımından elde ettikleri gelir ile geçimlerini sağlıyorlardı.Köyümüz ve
çevre köylerinde yetiştirilen tütünler kalite olarak dünya piyasalarında ilk
sıralardaydı ve az tütün çok para ediyordu.Bizler 3 kardeş diğer akraba ve komşularımızın işlerinde
çalışıyorduk.Birgün ‘’Mübadele’’ olacak dediler.İki Ülke arasında yapılan
anlaşma gereğince Yunanistan’da yaşayan Müslüman Türk nüfus ile Anadolu’da
yaşayan Ortodoks Rum ahali karşılıklı olarak yer değiştireceklerdi.Bu nedenle
bir an önce hazırlıklara başlamamız gerekiyordu.Hatta bu arada Anadoludan
gönderilen mübadillerin Yunanistan’a gelmeye başladıklarına şahit
oluyorduk.Nitekim böyle bir olayı yakın bir komşumuz yaşamış; Karadeniz
bölgesinden köyümüze iskan ettirilen Rumlardan bir aile ile 1 ay kadar evlerini
paylaşmışlardı.gelenlerin Türkçeyi çok iyi konuşmaları ve aynı kaderi
paylaşmanın verdiği psikoloji ile aralarında hiçbir sorun
çıkmamış,birbirlerinden ayrılırlarken duygusal anlar yaşamışlardı.
Kız
kardeşlerim ve ben diğer yakın akrabalarımızın da yardımlarıyla yol
hazırlıklarımızı tamamladık.Köyümüzün ileri gelenleri bizlerin Karadeniz
bölgesindeki illere gönderileceğimizi öğrenmişlerdi.Tütün tarımını çok iyi
bildiğimiz için bu bu bölgede iskan edilmemiz uygun görülmüştü.Alabileceğim
eşyalarımız ve götürebileceğimiz hayvanlarımız ile birlikte Kavala limanına
ulaşmamız gerekiyordu.Anadoluya geçişimiz buradan gemilerle
sağlanacaktı.Bulabildiğimiz araba kağnı gibi vasıtalarla konvoy halinde yola
çıktık.Doğduğumuz ,büyüdüğümüz topraklarımızı ve evlerimizi terk
ediyorduk.Hepimizde büyük bir hüzün vardı.Hatırlayabildiğim kadarıyla bir gün
bir gece süren zorlu ve aynı zamanda çetelerin konvoyumuza saldırı
korkularından dolayı tehlikeli bir yolculuktan sonra Kavala limanına
vardık.Burası ana baba günü gibiydi.Bizi Samsun’a götürecek gemiye
yerleştirilmemiz ve gerekli işlemlerin yapılması için sanıyorum birkaç gün de
liman alanında bekletildik.1923 yılının aralık ayının son günlerindeydik.Hava
koşulları da oldukça ağırdı.Nihayet ambarlarında hem insanların hem de
yanımızda götürmek istediğimiz hayvanlarımız ile dolu olan şimdi ismini
hatırlayamadığım gemi limandan ayrıldı.Yaklaşık bir hafta süren deniz
yolculuğumuzun,geminin fiziki şartları ,bizlerin de böyle bir seyahati ilk defa
yapmamızın olumsuz etkileri nedeniyle çok zor geçtiğini söyleyebilirim.Samsun
limanına geldiğimizde,o zamanlar büyük gemiler kıyıya yanaşamadığı için,açıkta
demirleyen gemiden küçük tekneler ile bin bir güçlükle kıyıya
çıkarıldık.Bizleri sahile yakın sahra hastanesi arkasındaki büyük alanda
topladılar.Gerekli sağlık kontrollerimizi yaptılar.Yanımızda bulunan yazgı ve
örtüler ile yaptığımız bölmeler ile adete çadır kent oluşturmuştuk.Burada
şimdiki adı Kızılay olan Hilal-i ahmer tarafından dağıtılan çay ve yemek
yardımları ile birkaç gün misafir edildiğimizi hatırlıyorum.Bu arada
büyüklerimiz bizlerin Amasya ili Gümüşhacıköy ilçesi Maden köyüne iskan
edildiğimizi ve bir an önce yola çıkmamız gerektiğini
öğrenmişlerdi.Eşyalarımızın durumuna göre iki aile birleşerek bir at arabası
kiraladık ve Gümüşhacıköy’e gitmek üzere Samsun’dan yola çıktık.O zamanki yol
şartlarında gerek araba üzerinde gerek yaya olarak bir gece çakallı denilen
yerde,bir gece kavak ilçesinde bir gece de Havza ilçemizde mola vermek
suretiyle Merzifon’a ulaştığımızı nihayetinde Gümüşhacıköy’ün Maden köyüne
vardığımızı bugün gibi hatırlıyorum.Maden köyünde bize tahsis edilen evlere
yarleştirildik.
Burası
geldiğimiz yerlere hiç benzemiyordu.Arazi kıt ve çorak yerlerdi.Çok iyi
bildiğimiz Tütün ziraati için uygundu ama bizler her türlü artımsal faaliyetin
özellikle küçükbaş hayvancılığın yapılabildiği bir yöreden
gelmiştik.Büyüklerimiz bu durumdan pek hoşnut değillerdi.Samsun merkez ve
köylerinde yerleşen diğer köylülerimiz ve akrabalarımız ile de zaman zaman
haberleşiyorlar ve gidiş-geliş yapıyorlardı.Bu arada Samsun-Amasya demiryolu
inşaatı sürüyor ve yol vergisi ödeyemenlerin bu yol yapım çalışmalarında görev
almaları mecburiyetinden dolayı ben de Samsun’a gelmiştim.22-23
yaşlarındaydım.Ne tesadüfdür ki ikinci yer değiştirmemizde geleceğimiz
Kızıloğlak köyünün sınırları içinde kalan yörede belirlenen bir müddet
demiryolu yapım işçiliğinde çalıştım.Ablam ve kız kardeşimin bakımı da benim
üzerimdeydi.Mübadele yasası gereğince Memleketten bekar olarak gelen erkeklere
her hangi bir mal verilemiyordu.Hayat şartlarımız gittikçe
zorlaşıyordu.Memlekette iken ailesini tanıdığım , bizler gibi ailesi mübadelede
Gümüşhacıköy’gelen ve tıpkı benim gibi anne-babadan yetim bir kız ile
evlendirilme önerisini kabul ettim.Yanlarında bir müddet hizmetkarlık yaptığım
ailenin ve akrabalarımızın yardımları sayesinde düğünümüz yapıldı ve
evlendik.Bu arada ablam Fatma da evlenmiş ve Samsun’a o zamanlardaki adı
Papazköy olan Hasköy’e gelin gitmişti.Evlendiğmizin sanıyorum birinci yılının
sonuna doğru askere çağrıldım.İki yıl süren askerlik görevimi tamamlamak üzere
Iğdır’a giderken arkamda hamile bir eş ve kız kardeşim Havva’yı
bırakmıştım.Askerlik süresince bir defa izin kullandığımı ve Gümühacıköy’e
gelip döndüğümü hatırlıyorum.Bu arada iki mutlu haber aldım.Ben askerdeyken bir
kız çocuğumuz dünyaya gelmiş ve diğer kız kardeşim Havva da evlenmiş Samsun
Merkez Devgeriş köyüne gelin gitmişti.Terhis olmama yakın Samsun ile olan bu
akrabalık ilişkileri,mübadelede bu köylere gelen hemşerilerimizin ısrarlı
istekleri sonucunda Gümüşhacıköy’den Samsun’a ikinci göç talebimizin kabul
edildiğini öğrendim.Köyümüzün ileri gelenleri Samsun Merkezde Mübadele’nin
üzerinden 3-4 yıl geçmesine rağmen Yunanistan’a giden Rumların boşaltığı 2
köyün olduğunu öğrenmişler.Yetkiler eğer isterlerse bu köylerden birisinin
bizlere tahsis edilebileceğini söylemişler.Bunun üzerine seçimlerini yapan
büyüklerimiz 20 hane olarak Kızıloğlak köyüne gelmeye karar vermişler.Böylece 4
sene kadar süren Gümüşhacıköy Maden köyü yaşantımız noktalanmış,Samsun
Kızıloğlak köyü maceramız başlamış oluyordu.Gümüşhacıköy’den Samsun’a
gelindiğinde ben askerde olduğum için bu göçü yaşamadım ama kucağında küçük
kızımız Selver ile yola çıkan eşim Hörü’ye diğer akrabalarımız ve
komşularımızın yardımcı olduklarını ve salimen Kızıloğlak köyüne ulaştıklarını
öğrendim.Askerlik dönüşümde doğrudan Kızıloğlak köyüne geldim.Köyümüz,Samsun’un
güneyinde 15 km mesafede,bir dağ köyü olup köyümüze patika köy yolları ile
ulaşılabildiği gibi Samsun-Amasya demiryolu ile Meşelidüz istasyonundan sonra
1-1,5 saatlik yürüme mesafesindeydi.Biraz önce de söylediğim gibi askerlik
öncesi demiryolu yapım inşaatlarında çalıştığım için buraları bana yabancı değildi.Köye ilk
geldiğimde manzarasına hayran kaldım.Tam istediğim gibi hayvancılığın da
yapılabileceği,orman kenarında verimli toprakları,şırıl şırıl pınarları olan
Cennetten bir köşeydi adeta.Gelen mübadiller giden Rumlarda kullanılabilecek
bir ev kalmadığını görmüşler;belki de onlar gittikten sonra kalan evlerin talan
edilmiş olabileceğini söylüyorlardı.Sadece köyün en güzel yerinde bir kilise
sapasağlam ayakta duruyordu.Diğer komşularımız gibi ben de bizler için verilen
ev yerinde ben askerden dönmeden önce nineniz tarafından başlanılan ev
inşaatımızı tamamladım.Bu evlerin yapımı için hükümetimiz oluklu sac,çivi ve kereste
gibi bedelleri vadeli olarak ödenmek üzere ayni yardımlarda bulunmuş ve herkes
kendi evini tamamlamıştı. Söz konusu bu evlerin yapımında köyümüze gelen,
birbirini ta memleketten tanıyan 20 hane imece usulü çalışmışlar ve çok güzel
bir dayanışma örneği göstermişlerdir.Kiliseyi de önceleri hiçbir yerine
dokunmadan cami olarak kullanmaya başlamış,cami hocamızın verdiği okuma yazma
derslerine burada devam ediliyordu.Bu arada başımdan geçen acı bir olayı
anlatmadan geçemeyeceğim.Ben askerdeyken Samsun Merkez Devgeriş köyüne gelin
giden kız kardeşim Havva’yı ziyaret etmek istedim.Tahmin ediyorum evliliğinin
üzerinden 2-3 ay geçmişti.Aramızda birkaç komşu köy bulunan bu köye yaya olarak
ulaştım.Köyde kız kardeşimin oturduğu evi buldum.Ev sahiplerine kendimi tanıtınca
başta eniştem olmak üzere büyük bir ilgi ile beni müsait bir yere
oturttular.Sohbete başladık.Aradan epeyi bir zaman geçtiği halde kızkardeşim
Havva ortada görünmüyordu.Ben bir müddet sonra ‘’Buraya hemsizleri tebrik
etmeye hem de kardeşimi görmeye geldim.Havva nerede?’’ diye sorduğumda;’’Başın
sağ olsun, kardeşin hastalandı ve 1 ay kadar önce vefat etti.Biz bunu size
bildiremedik’’ demezler mi?Kaynar sular
başımdan döküldü o an.O zamanlardaki iletişim ve haberleşme
eksikliklerinden dolayı bu olayı bizlere duyuramadıklarını belirtiler ama
yapacak bir şey yoktu.Yıllarca bu ölümün acısını hissettim.Aklıma geldikçe
gözyaşlarıma hakim olamıyorum.
Buradan sonra da tamamı mübadil ailelerden oluşan köyümüzdeki yaşantımızı,hayat
mücadelemizi ve Samsun merkeze gelişimizi özetlemek istiyorum.Başlıca geçim
kaynağımız tütün idi.Ama diğer tarımsal faaliyetlerimizi de en iyi şekilde
yapmak için gayret sarfediyorduk.Örneğin ekmeğimizi yapmamız için
buğday,çavdar,mısır yetiştiriyor,çoğalan hayvanlarımız için de arpa ekilişleri
yapıyorduk.Özellikle mısır ekilişi zamanlarında etrafımızdaki ormanlarda yoğun
bir popülasyona sahip domuzların zararından korunmak için çoğu geceler mısır
tarlalarında tüfekle nöbet tutuyor,sabahları eve geliyordum.Beşer onar adet
aldığımız koyun be keçilerimiz de çoğalmış ağılımıza sığmaz olmuşlar,evimizin
hemen bitişiğindeki hatta evden bile geçiş yapılan ahırımızda da çift sürmek,ve
harman dövmek için beslediğimiz tosunlarımız,sütünden teneke teneke peynir
yaptığımız ineklerimiz,yük taşımakta kullandığımız bir merkep ile bir katırımız
vardı.bu arada aile nufusumuz da çoğalıyordu.Gümüşhacıköy’de doğan ilk kızımız
Selver’den sonra Kızıloğlak’ta da üçer dörder yıl aralıklarla sırasıyla
Bayramali,Hasan,Ahmet ve Nurettin olmak üzere 4 erkek evladımız daha
oldu.Yıllarca oğullarımız ve gelinlerimizle,ilave eklentiler de yapmak
suretiyle aynı evi paylaştık.En çok ürettiğimiz kaliteli tütünlerin satışından
toplu gelir elde ediyor ve bununla ihtiyaçlarımızı karşılıyorduk.Tütün yanında
ilk yıllarda meşe odunundan kömür yapmak,koyun keçilerimizin yün yapağı ve
sütlerinin peynir yapımı suretiyle değerlendirilmesi;hiç eksilmeyen
ineklerimizin sütünden de tereyağı,peynir yapılması ve bu ürünleri hafta
günleri Samsun’a getirilerek satılması suretiyle de ek gelirler elde
ediyorduk.Böylece zaman içinde Samsun’a göç eden akraba ve çocuklarımızı da
ziyaret etmiş oluyorduk.Buğday,çavdar ve mısır ekilişlerinden elde ettiğimiz
ürünlerin hasat ve harmanını yaptıktan sonra değirmenlerde öğütülmesiyle kendi
ekmeğimizi kendi ekmek fırınımızda kendimiz pişiriyorduk.Tüm çocuklarım köy
yaşantısının faaliyetlerini bizzat yaptılar.Yani çift sürdüler,ekin
ektiler,harman dövdüler,çobanlık yaptılar,tütün diktiler,suladılar,zamanı gelince
sabahlara kadar tütün kırdılar,tütün dizdiler,tütünlerin bin bir zahmetle
kurutulması ve denklerinin yapılmasıyla uğraştılar.İşbirliği halinde
çalışmalarıyla eşleriyle beraber aile bütçemize katkıda bulundular.Ne zaman ki
köyden kente göç olgusu başladı,askerliklerini yapan köye dönen oğullarım da bu
modaya uymaya başladılar.İlk önce o tarihlerde Samsun’da Amerikan radarında
görevli Amerikalı ailelerin yanında çalışmak üzere köyü terk eden oğlum Hasan
oldu.Daha sonra büyük oğlum Bayramali,ailesi ile birlikte Samsun’a gelerek özel
bir bakır fabrikasında çalışmaya başladı.Hatta onlar kendilerinden önce Berber
dükkanı açmak suretiyle Samsun’a yerleşen damadımız ile kiralık olarak aynı evi
bir müddet paylaştılar.Sizler köyde doğmuş olmanıza rağmen çocukluğunuzun
geçtiği bu evde,hafta günleri köyden katır
sırtında getirdiğim süt,yoğurt ve tereyağların komşularınıza satışının
yapıldığını çok iyi hatırlıyorum.Diğer oğullarım da çorap söküğü gibi sökülerek
peş peşe samsun’a gelmeye ve eşleri Tekel Sigara fabrikasında,kendileri de
buldukları işyerlerinde çalışmaya başladılar.ben okul yüzü görmedim.Sonradan da
okuma yazmayı öğrenme fırsatım olmadı.mübadil olarak geldiğimiz köyde de okul
yoktu.Ancak camimizin hocası aynı zamanda ninenizin eniştesi olması dolayısıyla
Kur’an dersleri dışında tüm köy çocuklarına olduğu gibi bizim çocuklarımıza da
okuma yazma öğretmişti.bu sayede askerlikleri sırasında olsun,askerlik
dönüşlerinde kanaatkar,dürüst ve çalışkanlıkları ile sevilmişler,işlerinde
sebat etmişler ve işyerlerinin sahipleri tarafından taktir edilmişlerdir.Bu
durum anne baba olarak bizlere her zaman gurur vermiştir.
Yıllar
yılları kovaladı, yanımızda köy işlerini yapacak evlatlarımız kalmayınca ve
bizlerin de bu işler için gücümüz azalınca artık bizlerin de Samsun’a gelmemiz
kaçınılmaz olmuştu.Ahmet ve Nurettin oğullarımızın birlikte yaptırdıkları
evlerinin hemen bahçesinde bizim için yapılan mütevazi küçük evimize
taşındık.Artık yorgun bedenlerimizin dinlenmeye ihtiyacı vardı.Tüm evlatlarımız
ve torunlarımızın sevgi çemberi içinde hayatımızı sürdürüyoruz.Selanik’ten
Samsun’a uzanan zorlu ,çileli,maceralar ve hüzünlü hatıralarla dolu yaşamımızı
aklımda kaldığınca anlatmaya çalıştım.’’
İşte dedemin
yaşam hikayesi böyleydi.Çocukluğumda yaz tatillerinde benim de dünyaya geldiğim
yer olan Kızıloğlak köyüne gider,dedemlere elimden geldiğince köy işlerinde
yardım etmeye çalışırdım.Daha sonra da Samsun’da onları ziyaretlerimi hiç
aksatmadım. Fatih mahallesindeki evlerimiz çok yakındı ve ben onları çok
seviyordum,kendilerini görmediğim gün hemen hemen yok gibiydi.Sağlıkları
elverdiği sürece onlar da ilk göz ağrısı evlatları kızlarını yani annemi
ziyaret etmeyi ihmal etmezler böylece sık sık sohbet imkanı bulurduk.Çok iyi
hatırlıyorum Üniversite yıllarımda bile tatillerde İzmir’den Samsun’a
geldiğimde ilk ziyaret ettiğim kişiler onlardı.Gelenek haline getirdiğim üzere
her gelişimde kendilerine aldığım’’ gül aromalı lokum’’ onları mutlu etmeye
yeterdi. Ben üçüncü kuşak Mübadil torunu olarak kendileri ile herkese nasip
olmayan birliktelikler yaşamak,onlarla saatlerce sohbet etmiş olmaktan dolayı çok mutluyum ve
gururluyum.Onların aziz hatıraları önünde saygı ile eğiliyorum.
Hüseyin YILMAZ 17.10.2012
AYDIN
Hiç yorum yok: