Necati Cumalı anlatıyor..
Necati Cumalı |
"Makedonya 1900'de topladığım öyküler, çocuk yaşımdan başlayarak annemden, babamdan dinlediğim olaylardan doğuyor. Uzun yıllar yazmak istediğim konulardı, ilk notlarımı 20-25 yıl önce almaya başlamıştım..."
Makedonya 1900 adlı öykülerinizin esin kaynağını açıklar mısınız?
Makedonya-1900 |
Yazar olarak size çekici gelen nedir Makedonya 1900'de anlattıklarınızda?
Bu konular bana ilk dinlediğim günlerden başlayarak değişik nedenlerle çekici geldi, ilk gençlik yıllarımda konuların çekici yönü benim için vurucu, çarpıcı öyküler olmalarıydı. Giderek konuların özünde yatan trajik çatışmaları görmeye başladım. Balkan halkları hakkında gezilerimle, okuduklarımla, bilgilerim arttıkça bu halkların birleşik yönlerini insancıl bir açıdan ilişkilerinde ilmik denilebilecek yakınlıkları gördüm.Bilindiği gibi, Balkanlar yüzyılımızın başlarında Şeytan Kazanı, Barut Fıçısı gibi deyimlerle anılırdı bütün dünyada. Türkler, Rumlar, Makedonlar, Ulahlar, Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar, Ermeniler, Yahudiler, Çingeneler bu arada İstanbul Levantenleri, Gürcüler, Acemler, değişik nedenlerle Balkanlarda bulunan Batılılar bir arada yaşıyorlardı. Bu kadar karışık dinlere ve dillere bağlı insanların ilişkilerinde din ve dil ayrılıklarını, hükümetlerin baskısı olmadan kendiliğinden ne türlü çözümledikleri ilginç bir bakış açışıydı. Bunun aksi de. Yani hükümetlerin bu insancıl ilişkilere ne türlü baskılarda bulundukları konusu.
Özellikle, 1900'ün ilk yıllarında (ki ben bunu kitaplarımda yüzyılımızın ilk yirmi yılı olarak alıyorum) bu değişik dillere. Müslüman, Ortodoks, Katolik olarak değişik dinlere bağlı insanlararasında, yüzyılın başında ulusçuluk akımlarının gelişmesiyle çatışmalar doğar. Yüzyıllar boyunca bir arada yaşamış yakın komşular düşman olurlar, ayrı kamplara bölünürler. Olaylar karşısında bir, bir ulusun uyruğu olarak tutumları vardır, bir de insan olarak tutumları vardır. Vicdanlarının buyruğunda davranışları ne olacaktır. Yaşam onlardan karar bekler ve gideceği yere gider. Böylelikle yaşamın zorladıklarıyla onların direnmeleri, arasında bir yığın trajik olay doğar. Yaşam son derece vurucu, sarsıcı hızlı bir akış gösterir. Böyle bir ortamın yarattığı olaylara bir öykü yazarı kayıtsız kalamaz.
Biz şimdiye kadar Balkanları başka yazarlardan tanıdık. Bu konuya eğilmeniz bir Türk yazarının duyguları olarak da açıklanabilir mi?
Öte yandan biz beşyüz yıl o topraklarda yaşamış bir toplumuz. Öykülerim manastır ile Selanik arasındaki üç yüz kilometrelik bir çizginin yakınlarında geçiyor. Bizim edebiyat anlayışımız, Batının roman, öykü, tiyatro gibi bir çok yaygın edebiyat türlerine yabancılığımız bizim yaşama yaklaşmamızı önledi. Bu beş yüz yıl üstüne bu topraklar üstünde geçen yaşamımızla ilgili ne biliyoruz? Kitaplığımızda kaç yapıt var? Yok desem yeridir. Balkanları Panait Istrati'yle tanıdık. Nobel'i kazanınca Ivo Andriç, daha sonra Kazançakis, en sonra Yordan Yovkov ile tanıdık. Balkanlarda kalan Türklerin yaşayışını onların aracılığıyla izleyebiliyoruz. Her biri şovenizmden sıyrılmış, arınmış insanlığın hizmetinde olan bu büyük yazarlar Balkan halkları arasındaki kardeşliği, yakınlığı yapıtlarında tanıtladılar. Örneğin, Yovkov, Tekerleklerin Türküsü, ince gibi öykülerinde Türk asıllı kahramanlarına nasıl yakınlık, okuyanları duygulandıran bir sevgi besler. Kazançakis, Andriç'de bu türlü sayısız örnekler bulunur, Istrati için ise, çok şey söylemem gerekmez. O adeta Romen olmaktan önce Balkanlıdır. Ben Rumeli'liyim. Orada doğdum. Elbet bana da yazar olarak bu insancıl çalışmaya bir katkıda bulunmak düşerdi. Makedonya 1900 dizisiyle üstüme düşen bu görevi yerine getirmeye çalışıyorum.
Ömer Seyfettin çok önce Balkan'lar üstüne çeşitli öyküler yazmıştı. Ömer Seyfettin'in tutumuyla kendi tutumunuz arasında nasıl bir ayrılık var?
Ömer Seyfettin, çok sevdiğim bir yazardır. Öykümüzün ilk büyük ustasıdır. Bilindiği gibi onun yazarlık hayatı aşağı yukarı benim Makedonya 1900'de konularıma aldığım, 1900-1920 yılları arasına düşer. Genel olarak konuları geçen yüzyılın sonuyla yüzyılımızın ilk 5-10 yılı arasında geçer. O yıllarda bizim ulusçuluk akımımızın güçlü temsilcilerinden biridir Ömer Seyfettin. Ulusçuluk akımı özellikle. Balkanlarda gösterdiği gelişmelerden sonra bizde ilk temsilcilerini bulmuştur. O yıllarda Ömer Seyfettin'in ulusçuluk akımlarının Balkan ulusları arasında gösterdiği şiddet ruhuna, ayırıcı niteliğine, üstünlük iddialarına uzak kalması bunların dışına çıkması beklenemezdi. Tarihimizin belirgin özelliği içinde toplumumuzla uyuşma gösterir tutumu. Bugün o olaylara geçmişe dönerek bakabiliyoruz. Sanıyorum ki, aramızdaki ayrılık benim o kapanmış kavgalara şöyle böyle 50-60 yıl arayla bakmamdan geliyor. Ben yeni bir Cumhuriyetin, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin, bir yazarı olarak bakıyorum olaylara. Ömer Seyfettin çok haklı olarak henüz Balkan savaşından yeniçıkmış bir toplumun duygularıyla ele almıştı.
Kemal Özer sizinle yaptığı bir konuşmada yaşamınızla yapıtlarınız arasındaki ilişkilere değinmiştir. O cevaba ekleyecekleriniz var mı?
Hayır. O söylediklerimi tekrarlayayım size.«Ben genel olarak yakından tanıdığım, gördüğüm olayları yazarım. Bu tutumumdan bu hikâyelerde de hiç ayrılmamış gibiyim. Çünkü yakınlarım aracılığıyla kendim yaşamış gibiyim onları. Kaldı ki 1967 ve 1973'te iki gezi yaptım. Hikâyelerin geçtiği yerleri gördüm. Selanik'ten başlayarak Karaferye, Yenice, Vodina, Ekşisu, Kaylar (Ptolemais), Florina, Manastır, Ohri'yi gezdim. Bazı küçük köylerde durdum. Hatta bazı yerlerde eski tanıdıklarla karşılaştım. Florina'da babamın gençlik arkadaşlarını buldum.Florina'dan göç ettiğimiz gün bizi istasyona götüren arabacının oğlu beni hatırladı. Bir sigara satıcısının sözünü bu arada unutamam. Bir kahvemi içmeden ayrılırsanız arkanızdan tükürürüm, demişti. Konukseverliklerini unutamam Makedonyalıların. Diyebilirim ki,
Dedeağaç'tan Manastır'a kadar kahve parası ödettirmediler bize. Kaylar'da ise çok yaşlı bir İznikli'yle tanıştık. (Kaylar annemin memleketi; bu hikâyelerde adı çok geçecek). Kalp hastası olduğu halde temmuz sıcağında aradığımız yerleri bulmakta bize yardım etti. Anastas Papadopulos, unutulmayacak kadar tatlı bir insandı. Evinde ağız tadıyla bir öğle yemeği yedik. Sonuç olarak, diyebilirim ki, bu hikâyelerde kin, öç, ölüm, kan önde geliyor. Ama ben bunları anlatarak barışa hizmet ediyorum. Bana bir zamanlar Romanyalı bir diplomat. Balkanlar bir bütündür demişti. Sanıyorum ki Atatürk, Balkan Antantı'nı kurarken yaşamı ve deneyleriyle bu bütünlüğü ilk pekiştirmeye çalışan politikacıydı. Hikâyelerimde çok kan akacak, ama okuyucularımda kendi duyduğum acıma ve sevgi duygusunu uyandırabilirsem yine de barış sevgisi ağır basacak.»
Nasıl bir anlatım yöntemi uyguladınız hikâyelerinizi yazarken?
«Stendhal der ki, ben yazmaya başlamadan önce yarım saat medeni kanun okurum. Kendimi onun üslubuyla hazırlarım. Nedir medeni kanun? Gereksiz tek sözcük yoktur içinde. Kişiler arasındaki ilişkileri kesin, yalın bir biçimde anlatır. Stendhal'i örnek tuttum ben de kendime. Sık sık Tevrat okurum sonra. En büyük hikâye kitabıdır çünkü. Kaç bin yıl geçmesine rağmen hâlâ okunmaktadır, eskimemiştir. Bunun nedenini Stendhal iyi anlamış, özneyle yüklem arasında aracı öğeler (deyimler, sıfatlar, atasözleri, gereksiz betimlemeler) kullanılmaz. Her özne hemen yüklemini bulur. Hikâyede 1001 Gece Masalları'ndan, Boccacio'dan, Tevrat'tan geçerek Stendhal'e kadar eskimeyen nedir araştırdım, bunu buldum. Rumeli Hikâyeleri'ni yazarken de böyle yazmaya çalıştım .Ben karışmadan hikâyelerimin kişileri kızdılar, öç aldılar, sevdiler..»
Makedonya, 1900
Necati Cumalı anlatıyor..
Reviewed by Mübadele Kusadasi
on
22:41
Rating:
Hiç yorum yok: