"Yunanlıyım ama biraz da Türküm"
Gigourtsis, “Dedem ve babaannem Girit’te tanışmışlar. Aslında ikisi de Urla’da aynı köyden ama farklı sınıftan geliyordu. Babamın ailesi bir gemiyle Girit, Kandiye’ye gitmiş ve benzeri mallarını alabilmişler. Babaannem daha zengin üst sınıftan geliyor. Babaannemin babası, mübadele zamanı zorunlu göç sırasında öldürülmüş. Alabildikleri kadar eşyalarını yanlarına almışlar, gemiye binmek için Urla ile iskele arasında 5 kilometre gibi bir mesafe varmış. Zorlu ve tehlikeli bir yol... Annesi çok şişmanmış ve gemiye giderken yolda ölmüş. Babaannem ağabeyi ve kız kardeşini de kaybetmiş ve tek kalmış. Amcasının yanında kalıyor ama yengesi onu hiç istemiyor ve mecburen bir müddet yetimhanede kalmış. Sonra dedem ile tanışmış evlenmişler” diyor.
Babaannesini anlatırken Gigourtsis’in hayranlığı gözlerinden okunuyor... Türkçeyi daha yeni öğrenmiş olan Gigourtsis, konuşurken sürekli terliyor. Heyecanı ve telaşı yanlış bir kelime kullanmaktan korkmasından... Babaannesiyle uzun süre yaşayan ve ondan çok etkilendiğini söyleyen Gigourtsis, “O kadar zor zamandan geçmiş olmasına rağmen anlatmaz, şikâyet etmezdi. Bizim için her zaman ailenin kökü ve kalbi babaanneydi” diyor.
Almanca, İngilizce, Fransızca konuşan babaanne 1950’lerden beri rehberlik yapıyormuş. İstanbul’a çok gelmiş ama Urla’ya hiç gitmek istememiş. Gigourtsis, “Ama en sonunda gitti. İlk defa onu o zaman pişman gördüm ‘Keşke gitmeseydim’ dedi. Çünkü evini aramış bulamamış ‘Belki de buldum’ dedi. Ancak emin olamamış. Aklında kalan resimler farklı olduğu için belki de” diyerek bir süre susuyor.
Girit’e gittiklerinde İzmir’deki bütün mallarına karşılık mülk almamış Gigourtsis’in ailesi... Nakit para yerine de bir bavul dolusu çek vermişler. Babaannesi çok az konuşurmuş eskiler hakkında. Gigourtsis bildiklerini doğru telaffuzla anlatabilmek için epey çaba gösteriyor: “Amcası diyordu, masada otururken bir bavul içinde çok para varmış, hep Yunanca, ‘epistrofí stin patrída’ yani Türkçesi ‘vatana memlekete döneceğim bu paralar onun için’ diyormuş.” Dönemedi ve 1930’ların başında ekonomik krizde bu para yok edildi. Zenginlerdi ama çok kalmadı. Ama benim babaannem için amcası bir ev aldı evlenirken hediye etti, hakkını verdi aslında. Bu ev, bir Türk eviydi. Girit Kandiye’de çok fazla Türk varmış ve tabii Türk evleri de...”
Dedeye gelince o fırsatı olduğu halde hiç Urla’ya gitmek istememiş.
Gigourtsis, “Dedem Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusuyla savaşmış. O zaman 18 yaşındaymış. Sonra Kurtuluş Savaşı sırasında Küçük Asya felaketi diyorlar Yunanistan’da. Mecburen Yunan ordusuyla savaştı. Ben bir kaynakta buldum, ilginç bir olay çünkü ben bilmiyordum, dedem çok fazla konuşmuyordu. Bir kaynakta, ‘Urla’dan gelip gençleri aldı’ diye yazıyordu ve dedemin adını gördüm. Afyonkarahisar’da kalmış bir süre. Çok tehlikeli bir durum Osmanlı vatandaşı olduğu için Osmanlı ordusunda Yunanlılara karşı 9 ay savaşmış. Nasıl kendisini tanımladı, nasıl anlamadılar bilmiyorum. Ben bunu 12 yaşındayken duymuştum. Ben, dedemin savaşa katıldığını sonradan kapı dinleyerek öğrendim. Bir gazeteci geldi dedemle söyleşi yapmak için. Kapının aralığından dinledim konuştuklarını dedem 80 yaşlarındaydı ama hafızası çok iyiydi” diyor.
Gigourtsis’in anne tarafı, memleketten tanışıyormuş yani o zamanlar dedesi ile nenesi sevgiliymiş. Ama evlenemeden zorunlu göç başlamış. Dedesinin büyük bir kasap olduğunu söyleyen Gigourtsis, “Et ticareti de yapıyordu. O da Sisam Adası’na gitmiş yüzerek. Çünkü onun hayvanlarının bir kısmı önceden oradaymış. Anneannem ve ailesi zorunlu göçle Atina’ya gitmiş ve yerleşmiş. Anneannemin ailesi dedem Sisam Adası’nda olduğu için evlenmelerini istemiyormuş. Ve anneannem kaçmış, Sisam Adası’na gitmiş ve orada evlenmişler. Çocukları orada doğmuş ama dedem hastalanıp ölünce o da çocuklarıyla kendi ailesinin yanına Atina’ya dönmüş” diyor.
Gigourtsis Türkiye’deyken bir etkinlikte Hakan Uzbek ile tanışıyor. Tesadüf mü bilinmez ama bu kadarı da fazla diyebiliriz. Uzbek’te üçüncü kuşak mübadil ailesi Girit Kandiye’den İzmir’e yerleşmiş. Biraz sonra onun ailesinin de hayat hikâyesini size anlatacağım. Gigourtsis, “O da çok büyük bir aileden geliyor. Hakan ilk defa benimle birlikte Girit’e gitti. Dedesinin çalıştığı yeri biliyordu. Bir bankanın müdürüydü ve meşhur bir Kandiye Türk’üydü. Bankayı bulduk fotoğraf çektirdik. Eviniz neredeydi dedim. Evi sadece mahalle olarak biliyorlar ama evin nasıl olduğunu tarif etmişler. Benim babaanneme verilen evin olduğu mahalledeydi aynı hizada aynı yerdeydi evleri. Aynı evdi belki... Senin deden ve benim babam aynı evde büyümüş olabilir diyorum Hakan’a... Benim için çok güzel bir his” diyor.
Girit’ten Türkiye’ye zorunlu yolculuk...
Hakan Uzbek, hem baba hem de anne tarafından Yunanistan kökenli. Babasının ailesi Girit Kandiye’den (bugünkü Herakleion), annesininki ise Batı Trakya, İskeçe yöresinden. Aslında “mübadil” olan yalnızca babasının ailesi, yani Lozan Antlaşması çerçevesinde Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Mübadele Sözleşmesi uyarınca Türkiye’ye göç etmek zorunda kalanlardan. Annesinin ailesi Kurtuluş Savaşı sonrasında Batı Trakya’da oluşan toplumsal koşullarda canlarını kurtarmak için bir gece apar topar Türkiye’ye kaçmak zorunda kalmış. Batı Trakya mübadele kapsamının dışında olduğundan zorunlu göçe tabi değillermiş, ama sonuçta onlar da göçmek zorunda kalmışlar.
Uzbek yakın arkadaşı Yannis Gigourtsis ile birlikte gitmiş ilk kez Girit Kandiye’ye... Peki Uzbek’e dek aileden hiç kimse neden Girit’e gitmemiş? Girit aile hikâyeleriyle, diliyle, manileriyle, yemekleriyle yaşamlarının bir parçasıymış aslında. 1924’ten sonra aileden birisinin yeniden Girit’e gitmesi için neredeyse bir yüz yıl geçmesi gerekmiş. Bu sorunun yanıtını şöyle veriyor Uzbek, “Ailemin Yunanistan’a karşı duyduğu kırgınlık ve kızgınlıkta yatıyor sanırım, bunun sebebi. 1923 Girit doğumlu amcamın çok sık tekrarladığı bir sözdü, ‘Ben doğduğum yere vize alıp da gitmem.’ Milliyetçi akımların adanın Hıristiyan ve Müslüman topluluklarını ayrıştırması (aynı ailelerin içinde önceki yüzyıllarda hem Hıristiyan hem de Müslüman üyeler olduğu biliniyor, kadı sicillerine bakıldığında), Rum ayaklanmaları, kanlı çatışmalar, adanın önce özerkliği, sonra Yunanistan tarafından ilhak edilmesi, adanın Müslüman nüfusunun yarısından fazlasının artan baskılar sonucunda daha mübadeleden önce göç etmek zorunda kalması” diyor.
Tüm bu olaylar, ailesinin üzerinde derin izler ve Yunan milli ideolojisi karşısında yüksek bir hassasiyet bırakmış olduğunu şimdi anladığını söyleyen Uzbek, “Yanlış anlaşılmasın, Kandiye’de yaşıyorlarken çok sevdikleri ve çok yakın oldukları Rum arkadaşları ve aile dostları olduğunu biliyorum duyduğum hikâyelerden -ki bunlardan birisi amcamı doğurtmuş olan ve yıllar sonra İzmir’e gelerek aileyi bulup ziyaret eden bir doktordur- ama ailem için her zaman dünya bir yana, Yunan milliyetçiliği öteki yana olmuştur olumsuz anlamda ve bu hassasiyetin o dönemleri yaşamamış olmama karşın bana da geçtiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Bence bunca zaman Girit’e gidilmemesinin nedeni bu olmuştur” diyor. 1924’te Türkiye’ye gelirlerken Uzbek’in dedesi ve ağabeyi, ancak babalarıyla dedelerinin mezarlarını açarak kemiklerini yanlarına alabilmişler ve Girit’i acı içinde yüreklerine gömmüşler.
Göç etmek zorunda kalan bütün insanlar gibi Uzbek’in ailesini de Türkiye’de kimi zorluklar bekliyormuş tabii. Öncelikle aralarında, özellikle yaşlı olanlardan, hiç Türkçe konuşamayanlar varmış. Konuşanların da şivesi varmış haliyle. Bu durumlarından dolayı “yarım gâvur” olarak adlandırılmışlar kimi yerliler tarafından. Aslında ilk büyük zorluğu daha gelir gelmez yaşamışlar. Mübadele Komisyonu tarafından Alsancak’ta kendilerine tahsis edilen evde (savaş sonrası Rumların terk ettiği evlerden biri) yasal olmayan bir şekilde eve yerleşmiş olan bir subay yaşıyormuş ve Uzbek’in dedesine silah çekerek şöyle demiş: “Sizi buradan yeni kovduk, şimdi yine geri mi döndünüz!” İki taraftan da dışlanıp “ortada kalmak” tam da böyle bir şey olsa gerek. Neyse ki birkaç ay kirada oturduktan sonra durumun bir paşaya intikal etmesi ve onun da duruma müdahale etmesiyle evlerine yerleşebilmişler.
‘Varlıklı bir aileymişiz’
Uzbek, “Girit’te oldukça varlıklı olan aile mübadele sonucunda büyük maddi kayba uğramış. Neyse ki Atina’da ekonomi eğitimi görmüş ve birkaç dil bilen dedemim çabaları ve çalışkanlığıyla geçinmesini bilmişler.
Girit’e bu kez babam, annem ve başka akrabalarımızla birlikte ikinci gidişim 2013 yılında oldu. Sağ olsun Yanni dostum bu kez de yanımızdaydı ve bize çok güzel rehberlik etti. Özellikle babam için çok duygusal bir ziyaret oldu bu. Yıllar boyunca dinlediği hikâyelerin geçtiği mekânları ilk kez gördü. Dedemin çalıştığı banka binasını, artık içinde bir eğlence merkezi olsa da gittiği lisenin binasını, arkadaşlarıyla birlikte gidip oturduğu pastaneyi, hafta sonları gezmeye ve vakit geçirmeye gittikleri Kandiye’nin dışındaki Archanes kasabasını ve belki de en önemlisi adı aynı kalmış, bir zamanlar ailemize ait olan Finikia Çiftliği’ni” diyor.
Yannis Gigourtsis ile dostluğun başlaması...
“Sevgili dostum Yannis Gigourtsis ile bundan on yıl kadar önce, bir azınlık Rum okulu olan Zoğrafyon Lisesi’ndeki bir etkinlik sırasında tanıştık. Onun da ailesi İzmir ve Urla kökenliydi ve savaş sonrası Girit Kandiye’ye yerleşmişti. İki aile aynı günlerde birbirlerine tam ters bir yol izlemiş ve birbirlerinin terk ettiği şehirlere iskân edilmişti; kim bilir, belki de aynı evlere. Bu rastlantı bizi birbirimize yakınlaştırdı ve çok iyi dost olduk.”
"Yunanlıyım ama biraz da Türküm"
Reviewed by Mübadele Kusadasi
on
12:10
Rating:
Hiç yorum yok: